13 Kasım 2011 Pazar

Yönetmenliğini yaptığım "Engeller=Ön yargılarımız" Etkinliği














Engellerin önündeki tek engel ön yargılarımız, farkında mısınız? Sanat yoluyla ortak dil yaratılarak katılımcıların ‘engelleri’ deneyimlemesi ve empati kurması sağlanarak ‘toplumdaki’ farkındalığı arttırmak fikriyle yola çıkan Seda Tansuker, Kadıköy Belediyesi Engelli Danışma ve Dayanışma Merkezi ile ortak bir çalışmaya imza atıyor. Geri sayım başladı! 3 Aralık 2011 / 20.00 / CKM A Salonu Türkiye ve dünyada ilk kez denenecek performansta ön yargılarınızı kırmaya hazır mısınız? Ortak dil konuşmayı deneyimlemek için 3 Aralık 2011 Cumartesi saat 20.00’de Caddebostan Kültür Merkezi A Salonu’na davetlisiniz!
Evrenin Armonisi, Umut, Beni Engelleme…
Birbirimize dokunmaktan korkar olmaya başlamışken, tek ortak duyumuzun dokunmak olduğunu unutmayarak gelin engellere dokunarak birer birer engelleri kaldıralım. Anlatıcı Demet Kırkıç, piyanist Emre Şahinalp, çellist Feride Berin Öget, ressam Naci Yenier ve dansçı Memet Sefa Öztürk’ün katılımıyla, “Engeller = Önyargılarımız” sloganıyla deneyimlenecek performansta üç ana başlık bulunuyor; “Evrenin Armonisi”, “Umut” ve “Beni Engelleme”.
Yöneten: Seda Tansuker
Katılımcılar: Demet Kırkıç, Emre Şahinalp, Feride Berin Öget, Memet Sefa Öztürk ve Naci Yenier.*
*İsimler alfabetik sıra ile yazılmıştır.
İletişim Adresleri Kadıköy Belediyesi Engelli Danışma ve Dayanışma Merkezi 0216 348 42 54 kevsercan78@gmail.com / meyseyilmaz@gmail.com / sedatansuker@gmail.com


BASINDA

http://kadikoyengellimeclisi.org/component/content/article/154-farkindamisiniz
http://www.gazetekadikoy.com.tr/haberDetay.aspx?haberID=1923 ************************************************************************************************************** Etkinliğe katılamayan ve / veya bilgi edinmek isteyenler için; Üç ana bölümden oluşan performansta karanlık sahnede önce ışık, ilham perisi rolündeki baleti aydınlatır. Balet, sahnede özgürce dans eder. Ardından; piyanist, çellist, ressam ve yazara dansıyla ilham vermesi esnasında tek tek oyuncuların ışıkları yanar. Aynı sahnede, birbirlerinin sadece hisseden sanatçılar görürüz. Yazar, baletten aldığı ilhamla Sessizliğin Çığlığı şiirini ve Bay Duyarsız öyküsünü yazar. Projeksiyonla yansıtılan arka planda onun yazım sürecini de görmüş oluruz. Dans, çello ve piyanonun uyumu ile de sanki yazarın ve / veya ressamın odasında teypten gelen müziği dinliyormuşuz ve ondan ilham alıyorlarmış hissine kapılırız. Ressamın resmini tamamlamasıyla resim, projeksiyon yardımıyla fon oluşturacak şekilde duvara yansıtılır. Sahnedeki herkesin birbirlerini ilk fark etmeleri piyanoda Frank Sinatra'nın My Way şarkısının çalındığı anda olur. Hepsi piyanonun başına toplanır ve hep bir ağızdan şarkının nakaratını söyleyerek performansı bitirirler... ***************** EVRENİN ARMONİSİ: SESSİZLİĞİN ÇIĞLIĞI Sonsuz bir senfonide boğulup, kaybolmak... Köpüklerim yeni melodi ve sonatlara dönüşürken Derinliklerimdeki inciler tuvale boyaların armonisi olarak Dönmeli. Bir gün batımında yeniden dirilsem Bir martının bedeninde... Çığlıklarım yüzsün gökyüzünde kaygısızca... Dalgalar coşsun, tüm kederimi alıp yutsun derinlere... (Seda Tansuker) **************** UMUT: Memet Sefa Öztürk kendi yazdığı şiiri okudu. **************** BENİ ENGELLEME: Bay Duyarsız Her devrin adamı olan anti-kahramanımız Bay Duyarsız, günlerden bir gün mezarlığın önünden geçerken, içinden bir ses içeri girmesini söyledi. İç sesini dinlemeyecek kadar duyarsız anti-kahramanımız, kendini mezarlığın girişinde yerde gördüğü bozuk paralara yönelmiş bulunarak, acaba daha para bulabilir miyim düşüncesiyle çoktandır ölmüş insanlığın son istirahatgahı olan mezarlığın içine girdi. Başına güneş geçtiği için midir bilinmez ama mezarlığın girişindeki heykelin ona göz kırptığını sonra da konuştuğunu fark etti. Bay Duyarsız, heykelin pil ile mi güneş enerjisi kullanarak mı konuşabildiğini düşünedursun, kendini bir anda sinema salonunun içinde geçmişi ona gösterilirken buldu. Bunun bir kabus olduğunu kendine inandırmaya çalışırken sinema perdesinde, bundan yirmi yıl önce arabasıyla yaptığı kazayı gördü. Ortalıkta kimse var mı diye baktıktan sonra kaçan Duyarsız’ı demek ki birileri gizli kameraya çekmişti. Ne tuhaf, onun gençliğinde mobese kameraları da yoktu halbuki… Perdeden kulağına, çarpmış olduğu yedi aylık hamile kadının çığlıkları yankılanmaktaydı. Sonra perdede güzeller güzeli bir kız bebek belirdi. Yaptığı kazayla bebeğin işitme, annesinin ise yürüme yetisini kaybetmesine neden olmuştu. Bunu, heykel sayesinde şimdi öğreniyordu. Perdede sekiz yaşlarında, beline kadar uzanan kızıl kıvırcık saçları rüzgarda çilli suratını kaplayan yeşil gözlü bir kız çocuğu vardı. Doğumuyla başlayan sessizlik dışında bir şeyle tanışamamış kız, kendini okulda kendi gibi aynı kaderi paylaşan çocuklarla oynarken gördü. Bugüne kadar önemsiz gördüğü kazayı yapmasaydı küçük bir çocuğun dünyasından sesleri kopartıp almayacaktı… Kendini, tekrar mezarlıkta ama bu sefer heykelin dibinde uyurken beli tutulmuş buldu. Bir anda, ne zamandır aklına bile gelmemiş olan annesini ziyaret etmek istedi. Ne de olsa kadının evini türlü bahanelerle elinden alarak evine yerleşmişti. Ziyaret sırasında annesinin gönlünü almak için ona çiçek almak istedi. Önce, bankadan para çekmesi gerekiyordu. Banka ATM’leri yüksekte bulunuyordu. Beli tutuk olduğundan doğrulacak durumda hissediyordu kendini. Bu sırada tekerlekli sandalyede bir kadın para çekmek için ATM’ye yanaştı. Kadının suratına dikkatlice bakınca birkaç dakika önce perdede ona seyrettirilen, arabasıyla çarptığı kadın olduğunu gördü! Eğilemediği için kadından yardım isteyecekti sonra vicdan azabıyla vazgeçti. Yürümeye devam ederken kaldırımda görmeyene engel olan kazı çalışmasını gördü. Kaldırım taşlarının gelişigüzel yerleştirilmesi yüzünden yerinden çıkmış taşa takılarak düştü ve acılar içinde kıvranmaya başladı. Bay Duyarsız’ın görmezden geldiği tam yanından yürüyen görmeyen ise görme engelli yönlendirme taşlarının her yerde olmaması nedeniyle yolların engel teşkil eden olumsuzluklarını ezberlemek zorunda bırakıldığından dimdik ayakta durdu ve acılar içinde kıvran Bay Duyarsız için ambulansı aradı. En yakın hastaneye kaldırılan Duyarsız, iki dizinin de kırılması sonucu bir süreliğine tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştı. Evi, beşinci katta bulunuyordu. Üstelik apartman eski olduğundan asansör de yoktu! Bugüne kadar komşularını tanımaya tenezzül bile etmemiş Bay Duyarsız’a yine o önemsemediği komşuları yardım ederek beşinci kata taşıdı. Evdeki ilk günü sıkıcı geçti. İkinci günü ilk işi sinemaya gitmek olacaktı. Yine komşularına telefon açarak yardım istedi ve onu beş kat aşağıya taşıdılar. Evinin yakınındaki sinemanın önüne geldiğinde tekerlekli sandalyeyle çıkamayacağını fark etti. Sokaktan geçen yürüyemeyen, tekerlekli sandalyesinden Bay Duyarsız’a seslendi. ‘Mimarisinde bizlerin çıkabileceği rampa yok!” Bugüne kadar rampaları bebek arabası için zannetmişti oysa! Çevreden geçenlerden yardım istedi, beş kişinin yardımıyla içeri girdi ve gişeye yöneldi. Sinema biletini aldı ama bu sefer de sinemanın içindeki dik merdivenler inmesi için yine yardım gerekti! Film başlamak üzereydi ve herkes yerine bir an önce yerleşme telaşına düşmüştü. Tıpkı onun eskiden yaptığı gibi şimdi de herkes onu görmezden geliyordu! Sanki yürüyemeyenlerin sinemaya gitme hakkı yokmuş gibi… Duyarsız, ilk defa insani bir özellik göstererek ağlamaya başladı. Sokaktan geçenlerden yardım isteyerek dışarı çıkarıldı. Bugüne kadar gözlerini kaçırdığı göremeyen, yürüyemeyen ve işitemeyenlerin aslında toplum tarafından ‘engellendiğini’ anladı. Bağıra bağıra ‘BENİ ENGELLEME’ diye ağlamaya devam ederek evinin yolunu tuttu. Kendini sağlıklı ve normal olarak adlandırılan herkes bir kaza sonucu engellenen adayı olabilir. Bu öykünün devamı, toplum olarak koyduğumuz engelin farkına vardığımız gün mutlu sonla yazılabilir. (Seda Tansuker) ********************************************************************************************************************